Evrenin genişlemesi
Zâriyât 47. “Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz genişletmekteyiz.”
Bu âyet
bilimsel mucize olarak en çok bilinen âyettir. Nitekim âyette göğün genişlediği
söyleniliyor. Fakat inkarcılar, bu mucizeye karşı çıkmak için, pek çok iddia
sunmuşlardır. Ama bilmedikleri bir şey var ki o da âyette birçok mucizenin olmasıdır.
Bunu daha sonraki açıklamalarda göreceğiz. Şimdi tek tek tüm iddiaları analiz
edelim.
İddia I:
Evrenin genişlemesinin keşfinden (1929) önceki tefsirlerde bu âyetin meali
şöyle idi: “Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz
yeter.”
Cevap: En
yaygın iddia, şüphesiz bu iddiadır fakat bu tamamen büyük bir ezberdir. Eski
tefsirlerin ne dediğine bakalım: İbnü’l Cevzî şöyle demiştir: “Göğü
genişletiyoruz, bunu da İbn Zeyd, demiştir.” [1] Yine pek çok alim bu mânâyı
vermiştir. [2] Belirtilen tüm tefsirler 1929’dan önce yazılmıştır. Önemli olan
başka bir nokta da şu: İstisnasız tüm tefsirler bir şeyin genişlemesinden
bahsetmiştir, genişleme kelimesi her tefsirde vardır, yani âyetin
‘genişleticiyiz’ mânâsını her müfessir anlamıştır. Bu âyete ‘gök ve yer arası
genişliyor’ mânâsı da çok verilmiştir. [3] Bu mânâ da evrenin genişlemesi ile
uyumludur nitekim evren genişledikçe, onun uçları (gök) uzaklaşır. Uzaklaşmanın
sonucunda Dünya ve göğün arasındaki boşluk genişler.
Belirtelim
ki evrenin genişlemesine işaret eden tek âyet bu değil. Allah göklerin yükseltildiğini
pek çok âyette söylüyor. [4] Büyük patlama bir genişleme olduğuna göre bu
patlamadan sonra evren sürekli genişlemiş yani her yöne yükseltilmiştir.
Beydâvî bu görüşü nakletmiştir: “… yukarıya doğru giden kalınlığını yüksek
yaptı demektir …” [5]
Yine Allah
bu genişleme âyetlerinin birisinde ‘kalınlığını yükseltti’ ifadesini kullanıyor.
[6] Evren genişleyince kalınlığı da yükselmektedir, artmaktadır. Yine Abdullah b. Ömer’in
rivayet ettiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ semaları
ve arzları iki eliyle alır ve şöyle buyurur: Ben Allah’ım (Peygamberimiz
parmaklarını açıp kapatır) ben mülkün sahibiyim.”
Peygamberimizin elini kapatıp
açmasının nedeni evrenin Kıyâmet günündeki durumunu anlatmaktır. Peygamberin
kapatması büyük çöküşe işaret etmektedir. [7] Peygamberin evreni geri açması
evrenin genişlediğine delildir. İşaretler böyle bitmiyor. Allah Kur’ân’da şöyle
buyurtmuştur: Enbiyâ 104. "Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi
katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna)
iade edeceğiz. Bu, Bizim üzerimizde bir vaiddir. Elbette, Biz bunu
yapıvereceğiz."
Bu âyette ‘dürmek’ için kullanılan
kelime ‘yaymak’ kelimesinin zıddıdır. [8] Buna göre Allah Kıyâmet günü evrenin
kendi içine çökertecektir (yaymanın zıddı) ama aynı zamanda Allah evrenin başlangıcındaki
gibi evreni tekrar eski haline getirecektir. Bunu da ancak evreni genişleterek yapabilir.
Yani Allah dürmenin tersi olan yaymayı (genişletmeyi) gerçekleştirecektir. Aynı
sûrede Allah şöyle buyuruyor: Enbiyâ 30. “İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik
iken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi? Hâlâ
inanmayacaklar mı?”
Evren ilk başta bir tekillikti.
Sonradan Allah enflasyon ile evreni genişletmiştir yani kenarlarını birbirinden
ayırtmıştır.
İddia II: Elmalılı
tefsirinde ilk iddiadaki anlamı vermiştir.
Cevap: İlk olarak,
yukarda pek çok müfessirin savunduğumuz mânâda kullandıklarını gördük. Yani
Elmalılı hiçbir şekilde bir kaynak, bir dayanak olamaz. İkinci olarak, Elmalılı
tefsirinde şöyle buyuruyor: “Bunun iki mânâsı vardır: Birisi, kudret
genişliğini ifade eder. Kudret ve kuvvetimiz öyle geniştir ki semayı bina ile
tükenmedikten başka onu daha çok genişletebilir …” [9]
Kendisi hala bir
genişlemeden bahsediyor yani âyetin ilk mânâsı, verdiğimiz mânâdır. Hatta
‘semayı [...] genişletebilir’ ifadesini kullanıyor yani evrenin genişlemesine
işaret ediyor.
İddia III: Bakara 236’da
‘genişleticiyiz (lemûsiun)’, ‘eli geniş’ mânâsında kullanılmıştır.
Cevap: Bu âyette bu kelime mecazi olarak kullanılmıştır. Elmalılı da bu kelimeye mecâz anlamını vermiştir. Yani bu kelimenin ilk anlamının ne olduğu açık. Zaten ‘eli geniş’ ifadesinde bile genişlik vardır. El-İsfahâni de Bakara 236’ya eli geniş mânâsı verip, Zâriyât 47’ye ilk mânâyı veriyor. [11]
Hem sonraki âyete bakacak olursak mecâzın söz konusu olmadığını görürüz: Zâriyât 48. “Yeri de biz döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz!”
Yerin döşenmesi mecâzî bir ifade mi? Hayır, bu fiziksel bir şey. Ki bu iki âyet aynı üsluba sahiptir. İkisinde de bilimsel bir haber veriliyor. İki âyetin sonunda da ism-i fâil kullanılıyor yani birisinde ‘genişleticiyiz’ (mûsiun) diğerinde de ‘döşeyiciyiz’ (mâhidûn).
Yine 48-9. âyetlere bakarsanız Allah bilimsel haberler veriyor. 47. âyetin başında da bilimsel haberler veriliyor. Peki Allah’ın ‘genişlik ve kudret sahibi’ olmasının bilim ile ne alakası var? Yani tüm âyet bilimsel konuşacak fakat sadece sonda mı bilimsellikten çakılacak? Ve diğer âyetler de bilimsellik ile mi devam edecek? Bu çok komik bir iddia olur.
Yine Allah’ın genişlik sahibi olmasının gök ile ne alakası var? Tüm âyet gökten bahsediyor, sonu nasıl ondan alakasız olsun? 47. âyetin sonundaki kelime dediğim gibi ism-i fâildir. 48. âyetin sonundaki kelime de öyledir. Peki 48. âyetin sonundaki kelime neye atfediliyor? Yeryüzünün döşenmesinden bahsediliyor. Buna göre 47. âyette de genişletilen şey göktür. Peki göğün ‘genişlik sahibiyiz’ mânâsıyla ne alakası var?
İddia IV: Âyette ‘göğü’ veya ‘onu’
genişletiyoruz yazmıyor, sadece ‘genişleticiyiz’ yazıyor.
Cevap: İlk olarak, tüm âyet gökten
bahsediyor. En son kelime mi gökten bahsetmeyecek? Basitçe, neyden bahsedildiği
açık.
İkinci olarak, zaten âyette ‘beneynâhâ’
yani ‘onu inşa ettik’ deniliyor. Bu yüzden Allah iki kere ‘onu (hâ)’ ekini kullanmamak
için ‘onu’ dememiştir.
Üçüncü olarak, âyetteki ‘gök (ves-semae)’
kelimesi marifedir (belirli isim). Yani bu âyette belirli bir gökten
bahsediliyor. Belirli gelme sebebi de tüm âyetin ondan bahsediyor olmasıdır
yani genişletmek de ona hamlediliyor.
Dördüncü olarak, aynı şey pek çok
âyette vardır yani ‘onu’ demeyerek belirli olan bir şeye işaret eden pek çok
örnek vardır âyetlerde. Mesela Allah şöyle buyuruyor: Âl-i İmrân 99. “De ki: “Ey
Ehl-i kitap! Ne için imân edenleri Allah Teâlâ'nın yolundan menediyorsunuz?
Onun çarpıklığını istiyorsunuz? Sizler şahitler olduğunuz halde, Allah Teâlâ da
sizin yaptıklarınızdan gâfil değildir.”
Bu âyette ‘sizler şahitler olduğunuz
halde’ deniliyor ama burada neye şahit oldukları yazmıyor yani (ona) denilmiyor,
ama biz tüm âyete bakaran ‘Allah’ın yoluna’ şahit olduklarını biliyoruz. Yine
buna başka bir delil de Zâriyât 48’dir: “Yeri de biz döşedik. Ne güzel
döşeyiciyiz!”
Allah bu âyette de ‘onu döşeyiciyiz’ demiyor
ama herkes yerden bahsedildiğini biliyor. Zaten bu âyet ‘hâ’ ekinin
gerekmediğine 2 kere delildir. Hem ‘ona’ denilmemesi bunu gösteriyor hem de bu
âyet evrenin genişleme âyetinden sonra geliyor. Yani ikisinde aynı kural
geçerli, tüm âyet yerden bahsediyor ve Allah yer hakkında bir sıfatını söylüyor,
Zâriyât 47 için aynı şey geçerli.
İddia V: Göklerin gerilmesi ifadesi
Kur’ân’dan önce Tevrat’ta ve Hindu kaynaklarında geçiyordu. Kur’ân zaten
Tevrat’ın kopyası olduğu için böyle bir âyetin olması normal.
Yeşeya 40:22. “Gökleri perde gibi
geren,” [12]
Cevap: İlk olarak, Tevrat’ta bu ifadenin
bu kadar çok gelmesi, bu âyetin Peygamberden geldiğine delildir. Yani mütevâtir
bir haberden farkı yoktur. Asıl soru şu: Bu sözü söyleyen bu bilgiyi nereden
edindi? Bizim dinimizde Tevrat Peygamberlerin vahiyleridir. Hindu metinleri ise
boş metinler değildir, kaynaklarının Peygamberlerden geliyor olduğuna dair
veriler ve şüpheler var. [13] Yani bu bilgiler her nerde geçerse geçsin, sonuç
olarak her yere Peygamber geldiği için bu bir sorun teşkil etmez. Allah âyetlerde
şöyle buyuruyor: A’lâ 18-19. “Şüphesiz ki bu (öğretiler), önceki sahifelerde de
vardır. İbrahim’in ve Musa’nın Sahifelerinde.”
Şûrâ 3. “Büyük izzet, derin hikmet
sahibi olan Allah sana ve senden öncekilere işte böyle vahiy gönderiyor.”
Bu âyetlere göre Peygamberimize vahiy edilen
şeyler geçmişteki insanlara da vahiy edilmiştir. Yani eski metinlerde evrenin
genişlemesi bilgisi olmasaydı bu Kur’ân’ı hatalı yapabilirdi. Sonuç olarak, bu
yine Kur’ân’ın hak olduğunu gösteriyor.
İkinci olarak, bu tür şeyler eski kaynaklarda
geçmese Ateistler yine bir açık bulmak için şöyle diyeceklerdi: “Eski kavimlere
Peygamber geldiyse, niye buna delillerimi yok?”
Üçüncü olarak, Peygamber efendimizin
kopya çekmediğini kesin delillerle görebiliriz:
Hz. Ebû Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: “Yahudilerden bir kadınla bir erkek zina yaptılar.
Birbirlerine: “Bizi şu peygambere götürün. Çünkü bir kısım hafıfletmeler
getiren bir peygamberdir. Bize recm dışında fetvalar verirse kabul eder, Allah
indinde O’nun hükmünü kendimize delil kılarız ve: “Peygamberlerinden bir
peygamberin bize verdiği fetvalar (la amel ettik, hevamıza uymadık) deriz”
dediler. Mescidde ashabıyla birlikte oturmakta olan Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)’e gelerek: “Ey Ebü’l-Kasım, zina yapan kadın ve erkek
hakkında kanaatin nedir?” dediler. O, onlara tek kelime söylemeden Beyt-i
Midraslarına geldi. Kapıda durarak: “Hz. Musa (aleyhisselam)’ya kitabı indiren
Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zina yapacak olursa bunun Tevrat’taki
hükmü nedir?” diye sordu …” [14]
“Yahudiler, Hz.
Peygambere, “Ya Muhammed sen bizden duyduğun İbrahim, Musa, İsa Peygamberler
hakkında konuştun. Bize, Allah’ın Tevrat’ta sadece bir yerde andığı nebiden
haber ver, bakalım.” dediler. Hz. Peygamber, “Kim o?” diye sorduğunda,
“Zülkarneyn” dediler. Hz. Peygamber, “Bana ondan hiçbir bilgi gelmedi.” dedi.
Gururlu ve mutlu oldukları hâlde çıktılar. Fakat evin kapısına gelmeden,
Cebrail (as.) Hz. Peygamber’e, “Sana Zülkarneyn‟den sorarlar, de ki size onun
kıssasını anlatacağım …” [15] âyeti nazil oldu.” [16]
Görüldüğü gibi, Peygamberimizin Tevrat
bilgisi olmadığı için, Tevrat’taki hükmü bilmiyor ve hangi Peygamberden
bahsedildiğini de bilmiyor. İlk hadiste Peygamber hükmü soruyor sonra Yahudiler
100 sopa diyorlar. Peygamber de onların yalan söylediği düşündüğü için bir alim
çağırıyor ve ona gerçeği okutturuyor. Soru şu: Peygamber Tevrat’ı biliyorsa niye
başkaları çağırtıyor? İkinci hadis ise daha dikkat çekicidir. Peygamber Tevrat’ı
biliyor olsa niye o Peygamberi biliyorum demiyor? Niye dalga geçmelerine izin
veriyor? Hem bu olay Peygamberin yaşadığına delildir. Bir insan Peygamberin alaya
alındığı bir hikâyeyi niye uydursun? Niye vahiy indi, onlara hemen cevap verdi demedi?
Peygamber çaktırmamak için böyle yaptıysa niye daha kolayını yapmadı? Yani niye
farklı hikâyeler uydurmadı? Başka bir hadiste Yahudiler direkt Peygamberin
Tevrat’ı bilmediğini onaylıyorlar: “Yahudilerden bir topluluk Resûlullah
Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldiler ve ona: ″Ey Ebu’l-Kasım! Sana soracağımız
bir kısım özel sorularımızı cevaplandır. Bunların cevabını Peygamber olmayan
bilemez″ dediler … Bunun üzerine Yahudiler: ″Allah için doğru söyledin″
dediler.” [17]
Bunu destekleyen âyetler de var,
mesela: Hûd 49. “İşte bunlar, gaibe ait haberlerdir ki sana onları vahiy ediyoruz.
Bundan önce ne sen onları biliyordun ne kavmin biliyordu, sabret artık; şüphe
yok ki sonuç, çekinenlerindir.” [18]
Bu âyetler nettir. Ne Peygamber
biliyor ne de kavmi biliyor. Peygamber Tevrat’ı bilse niye bu âyetleri duyanlar
karşı çıkıp ‘Peygamber yalan söylüyor ben onunlayken bu hikayeleri duymuştu’ demiyor?
Verebilecekleri tek cevap, İslam tarihinin tamamen büyük bir komplo olmasıdır.
Böyle bir iddia da gülünçtür nitekim sorularım şöyle olur: Bu kadar hadis
sonradan uydurulduysa niye kimse bunu not etmedi? Niye sahih, zayıf, uydurma
hadisler var? Hepsi uydurma ise niye böyle bir ayrım olsun? Hadis çalışmasından
haberi olan bir kişi hadislerin hiçbir şekilde uydurulmayacağını bilir. Hem
hadisleri binlerce kişi aktarmıştır. Buna göre bu insanların temeli bir olmalı.
Yani hepsi bir noktadan gelmeli yoksa nasıl uydurulmuş olsunlar? Peki bunu
uyduranlar niye hemen bir kitap olarak tüm hadisleri uydurmamışlar? Niye Buhârî
gibi insanlar binlerce kilometre yapıp hadis topladı? Nitekim komplo varsa bunu
birisi yönetmeli. Yöneticiler bu kadar büyük bir coğrafyada uydurulan hadisleri
nasıl kontrol edebilir? Asıl soru şu olmalı: Ya uydurdularsa bunu nasıl
yaptılar? Kim yaptı? Nasıl başardılar? Yani bunun tarihi sürecini anlatmaları
lazım ve dediklerine gelecek muhtemel iddialara da cevap vermeliler. Yoksa eğer
böyle komplo yaptılar dersek, her şey için bir senaryo uydurulabilir. NASA bizi
kandırıyor diyenlerden ne farkları var bu iddiaları sunan Ateistlerin? Emevîler
hadisleri uydursa Abbâsîler niye bunu söylememiş nitekim Abbâsîler Emevîlerden
nefret ederdi? Eskiden sosyal medya, telefonlar yoktu yani bugün ki gibi
insanların ne yaptığını bilmek kolay değildi. Onların hepsini kontrol etmek
mümkün değildi yani bir kişi hadisler uyduruldu dese, o yazı çok az bir oranla
yok edilmiş olabilir. Ateistler hem Peygamber 11 kadınla evlendi diyorlar hem
de bu olaylar uyduruldu diyorlar. Hangisine inanalım? Hem de hadislerde
Peygamberin çok eşli olması eleştirilmişti. Eleştirilmiş bir şeyi komplo
kuranlar niye Peygambere atfetsin? Tek eşliydi niye demediler? Niye sebebi
nüzul diye bir kavram var? Niye Peygamberi uyaran âyetler var? Sonradan uydurulduysa
bunlar boş. Alimler bir âyetten pek çok hüküm çıkartmışlardır. Bu komployu
kuranlar niye âyetleri kapalı yazmak yerine hemen hükümleri belirtmediler? Niye
çok fazla mucize eklemediler? Niye her iki âyetten birini gaybi mucize olarak
sunmadılar? Kur’ân’da sayısız bilimsel mucize var. Bunlar sonradan eklense bile
hiçbir şey değişmez. Bu bilgileri nasıl bilmiş olabilirler? Matematiksel
mucizeler ne olacak? Bazı matematik mucizeler düşüne düşüne bile yapılamayacak
derecede zor. Nasıl yaptılar? Hem de matematiksel mucizeler olduğunu niye
söylemediler? 1300 yıldır kimsenin böyle bir iddiası olmadı. Eğer denilirse ki:
İnsanlar şüphelenmesin diye matematiksel mucize var denilmedi. Ben sorarım: O
zaman niye Kur’ân gaybi haberlere sahip olduğunu söylüyor? Niye bunda susmadı?
Hem zaten iddiaya göre İslam tarihi bir komplo. Niye şüphe etsinler? Uydurdukları
şeylerden mi? Niye şöyle bir rivâyet uydurmadılar: “Falan kişi melek ve cin
kelimesinin aynı sayıda geçtiğini buldu. Bu mucizedir.” Yani böyle olunca şüphe
de kalkar. Neyse konuyla alakalı sorulara devam edelim: Peygamberin yaşadığına
dair tarihi kaynaklar var [19], ne olacak? Kur’ân’ı uyduranlar niye zor
hükümler koydular? Hem niye İslam’ı uydurdular? Hadislerde ve Kur’ân’da Peygamberin
mucizelerinden bahsediliyor. Ve Müşriklerin masal dediği söyleniliyor. Bu
komployu kuranlar niye mucize yok demedi? Niye imanı zorlaştırsınlar? Peygamber
pek çok Tevrat ve İncil âyetinde müjdelenmektedir. Buna göre İslam uydurulmuş
olamaz. Yine Ömer (r.a.) zamanındaki fetihler, İslam’ın yükselişi kim sayesinde
yapıldı? O dönem yapılan şey insani değil. Kur’ân’ı uyduranlar nasıl onu ortaya
çıkartmışlar? Alın size Kur’ân mı demişler? Bu imkansızdır nitekim ilk Kur’ân’ın
harekeleri yok. Yani insanlar bir hafız olmadan Kur’ân’ı öğrenemezler. Hafızlar
Kur’ân’ı Peygamberin okuyuşu ile öğreniyorlardı. Ama komploya göre Peygamber
diye biri yaşamadı. Hafızlar kimden öğrendi? Hadi öğrendiler diyelim. Tamam da
âyetler bir Peygamberden bahsediyor. Hafızlar kendilerine ‘Peygamber diye bir
kişi asla yaşamadı’ demediler mi? Buna nasıl iman etmiş olabilirler? Hem Kur’ân
bir anda ortaya çıkınca insanlar şüphe etmez mi? Sahâbe, tabiîn diye kavramlar
olmamalı. Hiç kimse de sahâbe değil. Nasıl sahâbe kavramına iman etsinler? Hem İslam’ın
ilk asrındaki alimler iyi bir mekâna sahip değildi. Eziyetlere uğrayanlar çok
oldu. Niye bu komployu söylemediler? Hem kendine sahâbe diyen insanlar uydurma
olduğunu biliyorken niye gidip canlarını feda ettiler bu dava için? Hem o
zamanki kişiler niye Kur’ân’ı bilimsel âyetler ile doldurmuşlar? Hata yapma oranları
çok yüksek. Gaybi mucizeleri insanlar iman etsin diye koyanlar niye böyle hatalı
olabilecek şeyleri koymuşlar? Eğer denilirse ki: Bilimsel olayların doğruluğu çok
büyük bir zaman diliminden sonra bulunacağı için umurlarında değildi. O zaman
ben derim ki: O zaman Kur’ân’da niye o zamanki bilimsel verilere karşı şeyler
var? Araplar Güneş öğlen sabit olduğunu sanıyorlardı. Kur’ân bunu reddediyor. Konuya
geri dönelim, Kur’ân Allah’ın birliğine, varlığı, ahiretin varlığına pek çok
akli delil sunmaktadır. Şimdi bu olayları uyduranlar bu delillere inanıyor
olmalı. Buna göre ahirete inanıyorlar. Niye Allah’a iftira atıp Cehenneme yol
hazırlasınlar? Hiçbir tarihi metne bu şekilde yaklaşmayan insanlar niye konu
İslam olunca komplo teorisi uyduruyorlar? Bu iki yüzlülük değildir de nedir? Tarihi
böyle yorumlarsak her şey uydurma. Tüm olaylara has bir senaryo uydurabiliriz. Bir
zayıf hadis bile tüm tarihi verilerden daha güçlü iken İslam uyduruldu nasıl
denilir? Peygamber dönemine yakın pek çok hadis kitabı vardır. Bunlar uydurulmuş
olamaz. Sorular daha arttırılabilir.
Dördüncü olarak, Kur’ân ve Tevrat arasında çok farklılıklar vardır.
Hatta Kur’ân’ın tüm mitolojilerle pek çok farkı vardır. [20-2] Peygamber her
seferinde nasıl doğruyu seçti?
Beşinci olarak, tüm kitaplarda bilimsel hatalar varken, Kur’ân’da
hiçbir bilimsel hata içeren âyet yoktur. Mitoloji okuyan biri, eski kayıtlarda
ne kadar saçma şeyler olduğunu görür. Antik Yunanda evren sonsuz sanılıyordu,
yaratılmamış olduğu sanılıyordu. Peygamber bu kadar yanlış bilgi arasında nasıl
her seferinde doğruyu seçmeyi başardı? Kureyş Science dergisi ile mi?
Altıncı olarak, Araplar ümmi bir
topluluktur ve Peygamber de ümmidir. Çok cahillerdir. Her şeyi ezberliyorlardı,
ezberleme kuvvetleri çok iyiydi bu yüzden Kur’an’ın değiştirilmediğine en büyük
delil hafızlardır. Arapçanın gramer kuralları bile yoktu, nasıl olurda o
zamanlar çokça kitap olsun? Arapçanın gramer kuralları şiirler ve Kur’an’a göre
belirlendi. Eğer çokça kitap olsaydı o zamanlar, o kitaplara göre de
belirlenirdi gramer. Araplar yazılarını kemik, deri, taş gibi maddelerin
üzerine yazarlardı. Bu şekilde yazmak zordur.
Yedinci olarak, eğer Hz. Muhammed
(s.a.w.), haşa, bir intihalci olsaydı, neden pagan kültüründen nefret ettiği
yaratılış efsanelerine girsin ki?
Sekizin olarak, şu anki insanların
elinin altında internet varken bile bunların yazılı olduğunu bilmezken,
Peygamber nereden bilsin? İnsanlar şu an bile bu bilgileri duyunca şaşırıyor.
Sokaktaki orta yaşlı birini çağırsak, bunu ona söylesek, bize muhtemelen şu
tepkiyi verecektir: “Nerede yazıyor bu? Hiç duymadım. Gösterir misiniz?”
Dokuzuncu olarak, Kur’ân Tevrat’taki
doğruları yanlışlardan ayırmak için inmiştir. Yani yanlış bilgileri doğru
şekilde anlatır, doğru bilgileri de daha güzel şekilde anlatır. Mevdûdî
tefsirinde bu konu detaylı işlenmiştir, Tevrat ve Kur’ân arası farklılıklara
pek çok yerde değiniliyor. Bir örnek vereceksem: Allah Süleyman (a.s)’ın kafir
olmadığını söylüyor. [23] Fakat Tevrat’ta kafir olduğu belirtiliyor. [24] Biz
buradan Kur’ân’da Zâriyât 47’in evrenin genişlemesine işaret ettiğine delil
çıkartabiliriz nitekim Allah göğün genişlediğini söyleyerek Tevrat’taki bu
bilgiyi tasdik etmektedir.
Onuncu olarak, Ateistler bunu iddia
ederek yine büyük bir iki yüzlülüğe imza atıyor. Hem Peygamber testisleri
bilmiyordu diyerek cahil damgası vuruyorlar hem de biliyordu diyorlar.
Peygamber Tevrat’tan alsa, Tevrat’taki testisler hakkında âyetleri görmedi mi?
Veya Peygamber kutupları bilmiyordu diyorlar, deve hariç bir şey bilmiyordu
diyorlar. “Arap çölünde bir adam nasıl bunları bilir?” diyorlar. Ama aynı anda
Peygamberin bu bilgiyi öğrendiğini iddia ediyorlar. Bu apaçık bir iki
yüzlülüktür.
On birinci olarak, diyelim ki göğün
genişletilmesi Sümerlerde de yazıyordu. Sümerler Peygamber döneminden binlerce
yıl önce yaşamış insanlardır. Yazıları en eski yazı şekli olan çivi yazısıdır.
Bu yazıyı taşların üzerine resim veyahut harfler ile özel bir teknikle
yazarlardı. Peki son yıllarda anlaşılıp okunan Sümer tabletlerini 500'lü
yıllarda Dünya’da okuyabilen bir insan var mıydı? Hayır, çünkü Sümer dili
milattan sonra konuşulmayan bir dildir hatta milattan çok önce bitmiştir.
Milattan en fazla 200 yıl sonra bu dili konuşan kalmamıştır. [25] Bütün bunlara
rağmen Arapça bile okuyamayan ateistlerin tabiriyle bir Arap bedevisinin
(Peygamber) bu bilgiye ulaşması imkansızdır. Değil Peygamber, Arabistan’da olan
hiçbir kimse bu bilgiye ulaşamazdı çünkü bu yazıtlar Peygamber döneminden
asırlar önce okunamıyordu. Ayrıca Peygamber'in coğrafyası ve Sümerlerin
coğrafyası da aynı değildir.
On ikinci olarak, bu âyette tek bir mucize
yoktur. Âyet pek çok detay ve farklı işaretler vermektedir. İlk işaret: Evrenin
genişlemedi.
İkinci işaret: Bu genişlemenin çok
büyük miktarda olması. Nitekim âyette ‘şüphesiz (inne)’ kelimesi vurgu
amaçlıdır. Yine “lemusiûn” kelimesinin başına eklenmiş olan ‘lâm’ da vurgulama
amaçlıdır. Allah genişletme işlemine çok ciddi vurgu yapmıştır. Bu da şunu
gösterir ki genişletme işleminin kendisi de çok büyüktür ve genişletme işlemi
sürekli devam etmektedir. [26]
Üçüncü işaret: Evren sürekli
genişlemektedir. Âyetin ilk kısmı geçmiş zaman olarak gelmektedir. Yani 've
evreni inşa ettik-bina ettik güçler ile, kuvvetler ile' bildiriminden sonra biz
evreni genişlettik denilmiyor. Bunun yerine 've elbette biz şüphesiz
genişleticiyiz' buyuruyor. Bu nedenle ayetten evrenin genişlemesinin sürekli
olacağı, gelecekte de devam edeceği çıkarılabilir. Hem ‘lemusiûn’ ism-i fâildir
yani geçmişi, geleceği ve şu anı kapsayan bir kelimedir.
Dördüncü işaret: Allah evreni inşa
ettiğini söylüyor. Evren gerçekten bir yapı gibi aşama aşama yaratılmıştır.
Beşinci işaret: Evren bir yapıdır.
İnşanın sonucu yapıdır. Bilimsel verilere göre evrenimiz galaksi
filamentlerinden oluşmuştur, bu filamentler bizim evrenimizin yapısının
tuğlasını oluşturur.
Altıncı işaret: Belâgî bir âyettir. Bu
kadar az sözle bu kadar işaret insan üstü bir şeydir.
Tevrat’taki hangi ifade buna benziyor?
Bu kadar işarete hangi âyet sahip? Bu edebî üstünlük var mı başka yazıtlarda?
On üçüncü olarak, Tevrat’ta ‘gerdi’
deniliyor. Kur’ân niye gerdi demek yerine genişleticiyiz diyor? İntihal olsa
aynı kelimeler kullanılmaz mıydı?
On dördüncü olarak, Tevrat, Kur’ân’ın söylediği
gibi bu genişlemenin devam eden bir süreç olduğunu açıkça belirtmez.
İddia VI: Müfessirler niye ‘gücümüz her şeye yeter’ anlamını
da vermişlerdir?
Cevap: Durumun böyle olmasında pek çok hikmet vardır.
Kur’ân tüm asırlara inmiş bir kitaptır. Bilim değişkendir. Peygamber zamanında
evrenin genişlemesi bir olgu değildi. Bu yüzden bu âyete farklı anlam
verilmiştir. Eğer bu âyetin yan manaları olmasa, bin üç yüz yıldan beri
insanlar bu âyet ile ne yapabilirlerdi? İnsanlar hata iddia edeceklerdi ve bu
yüzden Kur’ân korunmamış olacaktı. Ama Allah Kur’ân’ı öyle indirmiş ki, her asırda
onu daha iyi anlıyoruz. Peygamber veda hutbesinde bile ‘sonrakilere sözlerim
aktarın, belki daha iyi anlarlar’ diyor. Başka bir hikmet de şöyle: Bu âyete bu
anlam verilmesi, Peygamberin başka metinlerden kopya çekmediğine delildir. Eğer
kopya çekmiş olsa, âyetin yan anlamları olamazdı. Tek sabit mânâsı olmalıydı.
Bir de âyetlerin sonradan anlaşılması Kur’ân’ın hak olduğuna delildir nitekim
Allah bazı âyetleri sonradan anlayacağımızı söylüyor: Neml 93. “Ve şunu da
söyle: "Hamd Allah’a mahsustur. O, ayetlerini size gösterecek, siz de
onları görüp tanıyacaksınız. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.” [28]
Yine Allah bu ayetlerin sadece akıl sahipleri tarafından
anlaşılacağını söylüyor. [29] Şu da var ki anlam çokluğu bir sanattır. Güzel
bir şeydir, adeta Kur’ân’da böyle şeylerin pek çok yerde olması mucizedir.
Mehmet Akif Ersoy İstiklâl Marşı’nda ne buyuruyor? ‘Ulusun korkma …’ Burada ‘ulusun’
kelimesi hem ‘onlar ulusun, bir köpek gibi ulusun’ hem de ‘sen ulusun, yücesin’
anlamına gelir. Kur’ân’da da aynı dil güzelliği vardır. Kur’ân öyle inmiştir ki
bin dört yüz yıldır farklı mânâları ile tüm kozmolojik modellerine uymuştur.
Yine de bilinmeli ki ‘gücümüz her şeye yeter’ ifadesi âyetin mecazi mânâsıdır.
Dilde her zaman asıl mânâ esastır. Mesela ‘sana söyleyeceğim kulağına küpe
olsun’ dediğimde hiç kimse bunu gerçek anlamda anlamaz. Mecaz olduğu açıktır
fakat bu âyette durum böyle değildir, mecaza gitmeye gerek yoktur, âyetin ilk
anlamı açıktır bu yüzden Râzî bu anlamı ilk başa koymuştur. Son hikmet ise bu
anlamın olması Ateistlerin iki yüzlülüğünü ortaya çıkarır. İşlerine geldiğinde
Kur’ân apaçık değil mi diyerek itiraz ederler ama kendileri bize cevap vermek
için âyeti tefsir ederler.
İddia VII: Yarın evren genişlemiyor denilse, ne
yapacaksınız?
Cevap: Ateistler bu konuda iki yüzlülük yapmaktadır, her
zamanki gibi. Konu evrim olunca mutlak doğru kabul ederler fakat konu bilimsel
mucizeler olunca böyle iddia etmektedirler. Evrenin genişlemesi kesin
ispatlanmış bir şeydir. Dünya’nın küre olması gibi bir olgudur. Pek çok sabit
delili vardır. Birkaç tane sunalım. Bir balonun üzerine farklı yerlere noktalar
koyduğunuzu düşünün. Bu balonu alıyorsunuz şişiriyorsunuz yani
genişletiyorsunuz. Bu durumda ne olacak? Balonun üzerindeki noktalar
birbirinden gittikçe uzaklaşacaktır. Şimdi bu örneği evrene uygulayalım.
Evrenin üzerine farklı yerlere galaksiler (noktalar) koyduğunuzu düşünün. Evren
genişledikçe galaksiler birbirinden uzaklaşacaktır. Galaksilerin (noktaların)
birbirinden uzaklaştığı teleskoplar tarafından gözlemlenmiştir. Bu yüzden evren
genişlemektedir. Başka bir delile geçelim: Büyük patlamayı kanıtlayan her şey,
evrenin genişlediğine kanıttır. Çünkü, gerçekte, büyük patlama çok büyük
hızlarda bir genişlemedir. Hem de evrenin genişlediği de büyük patlamanın
delilidir. Büyük patlamanın en büyük delillerinden biri kozmik fon ışınımıdır.
Kozmik fon ışınımını, evrenin büyük patlamadan üç yüz bin sene sonrasını
gösteren mikrodalga arka planıdır. Bu fon büyük patlamanın bir fosilidir. Yani
evren genişlemektedir. Evren sabit ise bu demektir ki evren sonsuzdan beri
vardı. Bununda mümkün olmadığını biliyoruz. Bu termodinamiğin ikinci yasasına
terstir. Evren sonsuz olsa, sonsuz bir düzensizlik olmalı fakat durum böyle
değildir. Evrende ölçü vardır, kanunlar vardır. Yine evren sonsuz olsaydı,
sonsuz yıldız olmalıydı gökyüzünde fakat böyle bir durumda, gece diye bir olgu
olmazdı. Her yerin parlak olması gerekti. Buna Olbers paradoxu denilir.
Karanlık madde evreni içine çökmeye zorladığı için bunun ters etkisi olmalı.
Bunu da karanlık enerji evreni genişleterek sağlıyor. Eğer evren
genişlemeseydi, evren çoktan içine çökmüş olmalıydı. Yine bu keşif matematiksel
olarak Einstein tarafından ispatlanmıştır. Matematik değişemez, sabittir.
İddia VIII: Furkân 2. “Her şeyi yaratan, işleyiş ve
varoluş yasalarını belirleyen O'dur.”
Her şey ölçü ve düzenle yaratıldığı söyleniliyor, Allah
bizlere ölçüsüz ve sürekli genişleyen sabit olmayan bir evren modelini nasıl
uygun buluyorsunuz?
Cevap: Bu çocukça bir iddiadır. Bir kişi sperm iken,
büyüdü diye onu Allah yaratmamış mı oluyor? Hayır, böyle bir şey söz konusu
değil. Allah yeri etrafından eksilttiğini belirtiyor. [29] Buna göre bir şeyin
küçülmesi veya büyümesi âyete ters değildir. Âyet yasalardan (kanunlardan)
bahsediyor. Evren genişleme denklemine göre genişlemektedir yani bir ölçüye
göre genişlemektedir. [30]
İddia IX: Kur’ân’da modern bilimlerle keşfedilen birçok
olgudan madem önceden bahsedilmiştir, peki neden Müslümanlar bu keşifleri
yapmıyorlar?
Cevap: Buna pek çok şekilde cevap verilebilir. İlk
olarak, bilinmeli ki Kur’ân bilim kitabı değildir, işaret kitabıdır. Yani Kur’ân
bize evrenin hangi mekanizmalar ile genişlediğini söylemiyor. Bize nasıl bu
bilgiyi keşfedeceğimizi söylemiyor. Bu yüzden bir kişinin Kur’ân ile bu bilgiyi
keşfetmesi imkansızdır.
İkinci olarak, bu keşfi yapmasalar da göğün genişlediğini
söyleyen müfessirler var.
Üçüncü olarak, niye Müslümanların bu bilgiyi keşfetmesi
gerekir ki? Ben desem ki dokuz yıl sonra Mekke’de bir bomba patlayacak. Bu
bilgiyi söylediğimi göstermek için orada bombanın patlamasına gerek yoktur.
Benim bu sözü söylemem böyle düşündüğümü ifade etmek için yeterdir. Aynı şey Kur’ân
için de geçerli. Bir şeyi söylemesi onun bizler tarafından kanıtlanacağı
anlamına gelmez. Mesela Kur’ân cennetin varlığından bahsediyor. Diyelim ki
bilim adamları cenneti keşfediyor. Peki bu ne ifade eder? Bu, bizim cennetin
olmadığını söylediğimiz anlamına mı gelir? Hayır.
Dördüncü olarak, Müslümanların bunu keşfetmemesi kendi
hatalarıdır.
Beşinci olarak, Müslümanlar göğün genişlemesini şaşırtıcı
bulduğu için mecaz anlamlar vermiştir. Bu yüzden ayette göğün genişlediğini
söylediği hakkında emin değillerdi böylece keşif yapmaya yol aramamışlardır.
İddia X: Bu âyetteki ‘gök’ kelimesi evren anlamına
gelmez.
Bulutlar uzayda mı bulunur? Yoksa atmosferde mi?
Cevap: Kur’ân’da gök kelimesi bazen atmosfer bazen evren
için kullanılır. Bu âyette evrenden bahsedildiği açıktır. Göğün inşa edilmesi
pek çok âyette geçer. Mesela Nâzi’ât sûresine bakalım: Nâzi’ât 27-30. “Sizi
yaratmak mı daha güçtür yoksa göğü mü? Onu (Allah) bina etti. Onu yükseltip
kusursuz olarak şekillendirdi. Gecesini kararttı, gündüzünü ağarttı. Bundan
sonra da yeryüzünü döşeyip yaydı.”
Bu âyetin evrenden bahsettiği açıktır. Göğün yaratılması
Dünya’nın yaratılmasından önce oluyor bu da evrenden bahsedildiği konusunda
açık bir ifadedir. Atmosfer ise Dünya yaratıldıktan sonra yaratılmıştır. Yine
bu âyette göğün yükseltildiği söyleniliyor. Göğün yükseltilmesi başka âyetlerde
geçer ama o âyetlerde ‘gökleri yükselttik’ deniliyor. [31] Gökler Kur’ân’da her
zaman evreni ifade etmek için kullanılır, hiçbir zaman atmosferden bahsetmek
için kullanılmaz. [32] Basitçe Nâzi’ât sûresinde evrenden bahsediliyor. Bu âyette
evrenden bahsediliyorsa Zâriyât 47’de de evrenden bahsediliyor çünkü ikisinde
de evrenin inşa edilmesinden bahsediliyor. Allah gökteki burçlara, Ay’a,
Güneş’e, yıldızlara yemin ediyor. [33] Bu cisimler nerededir? Evrenin içindedir
yani âyetler atmosferden bahsetmiyor. Allah yine gökteki dalgalanmalardan
bahsediyor. [34] Bu dalgalanmalar kütle çekim dalgalanmalarıdır bu da evrenin
içinde olur atmosferde değil.
Yine Allah âyette ‘gökler’ diyor, ‘gök’ demiyor fakat bu zayıf bir görüştür nitekim Allah genelde ‘gökler’ kelimesini evren anlamında kullanıyor.
Son olarak, âyetteki ‘genişliği’ (arduhâ) kelimesinin ‘değeri, bedeli’ gibi anlamları da vardır. [39] Bunu 1000 yıl önceki alim söylüyor. Böyle bir kişi âyeti bükmek için söylemiş olabilir mi? Hayır. Buna göre âyet şöyle demiş olur: “… değeri göklerle yer kadar olan Cennet’e …”
Böyle bir durumda âyetlerde hiçbir sorun kalmaz.
İddia XII: Zâriyât 48’de ‘döşeyiciyiz’ kelimesi de ism-i fâildir. Buna göre Allah yeri hala döşüyor mu?
Cevap: Evet, Allah hala yayıyor (âyette ‘yayıcılarız’ deniliyor). Deniz tabanı yayılması teorisine göre magma okyanusların altında bulunan okyanus ortası sırtlarından çıkarak soğur böylece deniz tabanı yani okyanusal kabuk genişlemektedir, yayılmaktadır. [40]
İddia XIII: ‘Gök’ (semâ) kelimesi uzay demek değildir. ‘Gök’ kelimesi yukarıya bakınca gördüğümüz gökyüzünü ifade eder.
Cevap: İlk olarak, Kur’ân’daki pek çok âyetteki ‘gök’ kelimesi uzayı ifade ediyor. Bunu daha önce gösterdim.
İkinci olarak, Peygamber zamanında uzay diye bir kelime yoktu bu yüzden evren için de ‘gök’ kelimesi kullanılıyordu.
Üçüncü olarak, Türkçe’deki ‘gök’ kelimesi ile Arapça’daki ‘gök’ kelimesi aynı şey ifade etmez. Arapça’da gök kelimesi yukarımızdaki her şey için kullanılır. [41-3] Mesela yağmura, evin tavanına, bulutlara ‘semâ’ denilir. [41] Buna göre semâ kelimesi bizim bildiğimiz gökyüzü anlamına gelmez. Yukarıda Zâriyât 47’deki ‘semâ’ kelimesinin uzayı ifade ettiğini gösterdim yani bu durumda üstümüzde olan şey uzaydır.
Dördüncü olarak, Allah Kur’ân’da 7 gökten bahsediyor. [44] Peki biz 7 gök görüyor muyuz? Hayır. Yine Allah bir âyette şöyle buyuruyor: Sebe 9. “Onlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olanı görmüyorlar mı?”
Allah bu âyette gökten önümüze ve arkamıza olanlardan bahsediliyor. Yani bu âyet göğe baktığımızda göğün bir kısmını gördüğümüzü söylüyor nitekim âyette ‘gökten’ denilerek önümüzde ve arkamızda olanın o gökten bir parça olduğu belirtiliyor. Yani gözlemlenebilir evrenden bahsediyor ve bunun göğün bir parçası olduğu belirtiliyor bu yüzden bir Kur’ân tercümanı şöyle meâl vermiştir: “Onlar gökten ve yerden ne kadarını önlerine serdiğimize ne kadarını da kendilerinden gizlediğimize (ibret nazarıyla) bakmazlar mı?” [45]
Yine Muhammed Esed şöyle meâl vermiştir: “Göğün ve yerin ne kadar az kısmının önlerine serildiğini, ne kadarının da gizlendiğini anlamazlar mı?” [46]
Buna göre ‘gök’ kelimesi sadece gördüklerimizden ibaret değildir.
Kaynaklar:
1. İbnü’l-Cevzî (ö. 1201), Zadü'l-Mesir fi İlmi't-Tefsir, Zâriyât, 51/47 tefsiri.
2. İbn Kesîr (ö. 1373), Tefsîrü’l-Kur’âni’l-azîm, Zâriyât, 51/47 tefsiri; Taberî (ö. 923), Câmiʿu’l-beyân, Zâriyât, 51/47 tefsiri; Es-Süyûtî (ö. 1505), ed-Dürrü’l-mensûr, Zâriyât, 51/47 tefsiri; Mukâtil (ö. 767), et-Tefsîrü’l-kebîr, Zâriyât, 51/47 tefsiri; Fahrüddîn er-Râzî (ö. 606), Mefâtîhu’l-gayb, Zâriyât, 51/47 tefsiri; Beyzâvî (ö. 1286), Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, Zâriyât, 51/47 tefsiri; Ebüssuûd (ö. 1574), İrşâdü’l-ʿakli’s-selîm, Zâriyât, 51/47 tefsiri; Fîrûzâbâdî (ö. 1415), Besâʾiru zevi’t-temyîz fî letâʾifi’l-kitâbi’l-ʿazîz, Zâriyât, 51/47 tefsiri; İsmail Hakkı Bursevî (ö. 1725), Rûhu’l-beyân, Zâriyât, 51/47 tefsiri; Mâtürîdî (ö. 944), Teʾvîlâtü’l-Kurʾân, Zâriyât, 51/47 tefsiri.
3. İsmail Hakkı Bursevî (ö. 1725), a.g.e., Zâriyât, 51/47 tefsiri; Beyzâvî (ö. 1286), a.g.e., Zâriyât, 51/47 tefsiri; Ebüssuûd (ö. 1574), a.g.e., 51/47 tefsiri.
4. Ra’d, 13/2; Rahmân, 55/7-8; Nâzi’ât, 78/28.
5. Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, Nâzi’ât, 79/28 tefsiri.
6. Nâzi’ât, 78/28.
7. Bunu detaylı bir yazıda anlatmıştık: https://isvicredekiisik.blogspot.com/2021/01/kuranda-evrenin-sonu.html
8. Kurtûbî, Câmiʿli-ahkâmi’l-Kurʾân, Zümer, 39/67 tefsiri; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-azîm, Zümer, 39/67 tefsiri; Celal Yeniçeri, a.g.e., “Kâinatın Genişlemesi - Yaratılışta Süreklilik ve Göklerin Çapında Daralma” maddesi; Kurtûbî, a.g.e., XI/347-348; Zemahşerî, Keşşaf, c. 5, s. 980.
9. Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, Zâriyât, 51/47 tefsiri.
10. Bakara, 2/247; Nisâ, 4/97; Ankebût, 29/56; Zümer, 39/10; Talâk, 65/7.
11. Râgib El-İsfahâni, Müfredat, v-s-a (وسع) maddesi, s. 1157-8.
12. Benzer âyetler: Eyüp 9:8; Yeşeya 42:5, 44:24-8, 45:12, 48:13, 51:13.
13. https://www.bilimveyaratilisagaci.com/2018/08/55peygamberler-neden-ortadoguya-gonderilmistir/
14. Ebû Dâvûd, Es-Sünen, Hudûd, 26, (4448-51).
15. Kehf, 18/93.
16. Es-Süyûtî, a.g.e., Kehf, 18/93.
17. Sünen-i Tirmizî, Es-Sünen, Tefsir’ul-Kur’ân, 14.
18. Benzer âyetler: Âl-i İmrân, 3/44; Yûsuf, 12/102; Kasas, 28/44.
19. https://www.bilimveyaratilisagaci.com/2020/03/hz-muhammed-yasadi-mi-tarih-kaynaklarinda-hz-muhammed/
20. https://isvicredekiisik.blogspot.com/2021/02/kuranda-daglar.html
21. https://isvicredekiisik.blogspot.com/2021/02/evrenin-yaratls.html
22. https://isvicredekiisik.blogspot.com/2021/02/kuranda-embriyoloji.html
23. Bakara, 2/102.
24. 1. Krallar 11:4.
26. Havva Said, el-Esâs fi’t-Tefsîr, çev. Muhammed Beşir Eryarsoy, XIV, Şamil Y., İstanbul, 1992, XIV, 160; Yılmaz Hakkı, Nüzul Sırasına Göre Tebyînü’l-Kur’ân İşte Kur’ân, VII, s. 37.
27. Benzer âyetler: Fussilet, 41/53; Sâd, 38/88.
28. Âl-i İmrân, 3/7.
29. Ra’d, 13/41.
30. https://tr.wikipedia.org/wiki/Evrenin_geni%C5%9Flemesi
31. Ra’d, 13/2.
32. A’râf, 7/54; Hûd, 11/7; Enbiyâ, 21/30; Ra’d, 13/2; …
33. Furkân, 25/61; Târık, 86/1.
34. Tûr, 52/9.
35. Bu konu şu yazı okunabilir: https://isvicredekiisik.blogspot.com/2021/03/kara-delikler-ve-solucan-delikleri.html
36. Hûd, 11/107.
37. Fahrüddîn er-Râzî, a.g.e., Hûd, 11/107 tefsiri.
38. Kurtûbî, a.g.e., Hûd, 11/107 tefsiri.
39. Râgib El-İsfahâni, a.g.e.,, a-r-d ((عرض maddesi, s. 692.
40. https://tr.wikipedia.org/wiki/Deniz_taban%C4%B1_yay%C4%B1lmas%C4%B1
41. Kurtûbî, a.g.e., Bakara. 2/19 tefsiri; Râgib El-İsfahâni, a.g.e.,, s-m-v ((سمو maddesi, s. 516.
42. Fahrüddin er-Râzî, Allah’ın Aşkınlığı, Çeviren: İbrahim Coşkun, s. 51; Halil Çiçek, Kur’ân’da Semâ Kavramı, s. 10. [İnternetten okuma için: https://www.dicle.edu.tr/Dosya/2018-09/2007-1-icerik_493.PDF]
43. https://islamansiklopedisi.org.tr/sema--gok
44. Bakara. 2/29.
45. Cemal Külünkoğlu, Sebe, 34/9 meâli.
46. Muhammed Esed, Sebe, 34/9 meâli. Yine bknz: Mustafa İslamoğlu, Sebe, 34/9 meâli.
Yorumlar
Yorum Gönder