Kuran ancak Peygamber’in kavmi için mi indi ?
İslam’ın evrenselliği açık
bir şey iken Yahudiler gibi bazı gayrimüslimler bunun aleyhine delil
sunmuşlardır. Ve bu itirazlar tarih boyunca yapılmıştır. Ki ilk iddiamız bir
Yahudi iddiasıdır.
İddia I: En’âm 92. “Bu
(Kur’ân), Ümmü'l-Kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana
indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Âhirete
inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını kılmaya hakkıyla devam
ederler.”
Bu âyete göre Kur’ân
sadece Mekke ve çevresine inmiştir.
Cevap: İlk olarak, âyette
‘Ümmü'l-Kurâ’ deniliyor. Bu kelime ‘şehirlerin anası’ mânâsına gelir. Kur’ân’ın
Mekke’yi böyle tahrif etmesinde bir sebep vardır. Allah böyle buyurarak
‘çevresindeki’ kelimesiyle tüm Dünya’yı kastetmiş olur. Nitekim Allah
‘şehirlerin anası’ diyerek Mekke’nin bir merkez olduğunu söylüyor yani bu
merkezin çevresi de diğer tüm şehirleridir yani tüm Dünya’dır. Bu güzel bir
mecâz olmuştur. Bu yorumu alimler ve Sahâbîler de desteklemektedir. [1] Râzî
tefsirinde şöyle buyuruyor:
“Mekke, bütün Dünya’nın kıblesi olduğu için böyle
isimlendirilmiştir. Binâenaleyh o, sanki bir asıl (ana, kök), diğer belde ve
şehirler de, ona bağlı olan yerler gibidir. Yine, Dünya’daki mü'minlerin temel
ibadetlerinden birisi de hac olup, hac da ancak bu beldede yapılabilir. İşte bu
sebepten dolayı, bütün insanlar, çocukların annelerinin etrafında toplanması
gibi, onun etrafında toplanır. Yine Dünya’nın bütün müslümanlan, hac sebebiyle
orada toplandıkları zaman, o beldede, başka beldelerde bulunmayan birçok
ticaret ve istifadeler hasıl olur. Şüphe yok ki, kazanç ve ticaret, geçim
yollarının asıllarından, temellerindendir. İşte bu sebepten dolayı Mekke,
şehirlerin anası diye isimlendirilmiştir. Yine denildiğine göre Mekke, ‘Kabe,
ibadet maksadıyla, insanlar için yapılmış olan ilk yapı olduğu için’
Ümmü'l-Kurâ diye isimlendirilmiştir. Bir de, ‘Mekke, yeryüzünde meskun olan ilk
belde olduğundan böyle adlandırılmıştır’ denilmiştir. Bunu anladığın zaman biz
deriz ki, âyetteki ‘çevresindeki yerler’ tabirine diğer bütün beldeler ve
şehirler dahildir.” [2]
İkinci olarak, diyelim ki
âyetteki ‘çevre’ kelimesi tüm Dünya’yı kapsamasın, biz yine de şöyle
diyebiliriz: Peygamberin Mekke ve çevresine gönderilmesi onun tüm Dünya’ya
gelmediği anlamına gelmez nitekim Peygamberimiz hem Mekke ve çevresine
gelmiştir hem de tüm Dünya’ya (buna dair delilleri en altta göstereceğiz).
Mesela ben desem ki ‘Ankara bana aittir’ ve sonra desem ki ‘Türkiye bana
aittir’ bu çelişki ifade eder mi? Hayır, Ankara Türkiye’nin olduğu için ‘Ankara
bana aittir’ demekte hiçbir sorun yoktur. Aynı şekilde Mekke Dünya’ya ait
olduğu için ‘Mekke ve çevresi’ denilmesinde hiçbir sorun yoktur.
Bunun bir örneğini
Kur’ân’dan da verelim: Neml 91. “Ben, ancak bu şehrin Rabbine ibadet etmekle
emrolundum ki, O, bu şehri kutlu ve dokunulmaz (haram) kıldı. Her şey O'nundur.
Ve müslümanlardan olmakla emrolundum.”
Bu âyette Peygamberimiz
Allah’a ‘şehrin Rabbi’ diyor, peki buradan Allah’ın sadece oranın rabbi olduğu
mu ortaya çıkıyor? Hayır, Allah her şeyin Rabbidir: Mü’minûn 86. “De ki: “Yedi
göğün Rabbi ve ulu arşın Rabbi kimdir?”
Üçüncü olarak, Allah
iddiadaki âyetten iki âyet önce şöyle buyuruyor: “İşte o Peygamberler, Allah’ın
hidayete erdirdiği kimselerdir. Şu hâlde onların rehberliğine uy. De ki: “Ben,
bu görevimden dolayı hiçbir karşılık istemiyorum; bilinsin ki bu, bütün
insanlığa bir öğütten ibarettir.”
Ne deniliyor? ‘Bütün
insanlığa bir öğüt’. Yani gayrimüslimler âyet cımbızlamakta çok ileri
gitmişlerdir.
İddia II: Zuhruf 44. “O
kitap sana ve kavmine bir zikirdir; yakında sorgulanacaksınız.”
Bu âyete göre de Peygamber
sadece kavmine gelmiştir.
Cevap: İlk olarak, ilk
iddiadaki ikinci cevap bu âyet için de geçerlidir. Yani Kur’ân’ın Peygamberin
kavmine zikir olması, sadece onlara zikir olduğu anlamına gelmez.
İkinci olarak, alimler
Peygamberin ‘kavminin’ ‘tüm iman edenleri’ ifade ettiğini söylüyorlar. [3] Buna
göre Kur’ân evrensel bir kitaptır.
Üçüncü olarak, âyetteki
‘zikir’ kelimesinin ‘şeref’ mânâsına geldiği söyleniliyor. [4] Buna göre Kur’ân
ilk Kureyş’e indiği için bu onlar için bir şereftir.
Dördüncü olarak, ilk
iddiada ve diğer iddialarda muhatabın daha fazla olduğu iddia edilecek. Bir
iddiada Araplara indiği, diğer bir iddiada sadece Peygamberin kavmi değil, onun
çevresi de buna dahil olduğu söyleniliyor. Fakat Zuhruf 44’te sadece ‘kavim’
deniliyor. Yani iddialarında tutarlılık bile yok.
İddia III: İbrâhîm 4.
“İstisnasız her Peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açık açık
anlatsın; bundan sonra Allah dilediğini sapkınlık içerisinde bırakır, dilediğini
de doğru yola iletir. O, güçlüdür, hikmet sahibidir.”
Bu âyete göre Kur’ân
sadece Araplara indi.
Cevap: Bu âyetten böyle
bir şey çıkarılamaz. Allah burada Kur’ân’ın Arapça olma nedeninin Peygamberin
doğduğu kavmin Arapça konuşması olduğunu söylüyor. Yoksa âyet Kur’ân sadece
Araplara indi demiyor. Bu âyetin nüzul sebebine bakarsak bile dediğim
onaylanıyor: Bu âyet Kureyşlilerin şunu demesi üzerine inmiştir: “Ne oluyor,
bütün kitaplar başka dillerde iniyor da bu, Arapça’dır,” [5]
Kureyşliler Kur’ân’dan
önceki kutsal kitapların genellikle İbrânîce veya Sürynîce olduğunu
biliyorlardı. Bu sebeple bu dillerin ilâhî vahyin özel dili olduğunu sanan bazı
kimseler Kur’ân’ın da Hz. Muhammed (s.a.w.)’e bu dillerden biriyle indirilmesi
gerektiğine inanıyorlardı, Arapça olarak indirilmiş olmasını yadırgıyorlardı.
Bu âyet de buna cevap vermek için inmiştir. Yani bu âyetin iniş sebebi
Kur’ân’ın sadece Araplara indiğini söylemek değildir.
İddia IV: Fussilet 44.
“Şayet biz onu yabancı dilde okunan bir kitap olarak indirseydik mutlaka şöyle
diyeceklerdi: “Âyetlerinin açık seçik anlaşılır olması gerekmez miydi? Bir
Arap’a yabancı dilden bir kitap, öyle mi!” De ki: “O, inananlar için bir rehber
ve şifadır; inanmayanlara gelince onların kulaklarında bir sağırlık vardır, Kur’ân
onlara kapalıdır. (Sanki) onlara çok uzaktan sesleniliyor.”
Bu âyete göre Allah hitap
edilen kişinin diline göre vahiy gönderir. Yani bir Türk’e Türkçe, bir Arap’a
Arapça kitap indirir.
Cevap: Bu âyetin nüzul
sebebine bakarsak olayı daha iyi anlarız: “Kureyş şöyle demiştir: Keşke bu
Kur’ân hem Arapça hem de diğer dillerde indirilseydi.” Bu söz üzerine Allah
Tealâ 44. âyeti indirmiştir.” [6]
Kureyşlilerin bunu
söylemesi Kur’ân’ın evrensel olduğunu ispatlar. Kureyşliler Kur’ân’ın farklı
dilde inmesini istemişlerdi, peki bunu niye istemiş olabilirler? Bunun sebebi
açıktır, Arap olmayanlar Kur’ân’ı anlasın diye. Buna göre Kureyşliler Kur’ân’ın
evrensel olduğunu biliyorlardı bu yüzden yabancıların da aynı kitabı okuması
gerektiğini biliyorlardı ama onlar yabancı diye Arapçayı anlamayacakları için
onların dilinde de Kur’ân’ın inmesi gerektiğini söylemişlerdir. Yani bu âyet
Kur’ân’ın evrensel olduğuna delildir.
Peki âyet ne anlatıyor?
Âyet mânen şunu anlatıyor: Eğer biz Kur’ân’ı yabancı dilde indirsek siz yine onu
inkâr edeceksiniz çünkü o dildeki Kur’ân’ı okuyup anlayamayacağınız için o
dilde Kur’ân indi mi bilemeyeceksiniz. Bu yüzden siz o zaman da inanmazdınız,
peki böyle bir durumda biz niye onu farklı dilde indirelim? Başka dilde
indirince de itiraz edecektiniz, sadece Arapça olunca da itiraz ediyorsunuz. Bu
yüzden Kur’ân’ın farklı dilde inmesine gerek yok, siz her türlü onu inkâr
edersiniz. Her türlü onu inkâr edeceğiniz için Kur’ân’ın bir dilde inmesi
yeterli.
Yani bu âyet iddiadaki
denileni onaylamıyor. Bunu bir örnek ile açıklayalım: Allah evrenin 6 günde
yaratıldığını söylüyor. Bir gayrimüslim çıkıp da “Allah niye evreni 4 günde
yaratmadı?” diye buyursa biz ona nasıl cevap veririz? Biz ona deriz ki: “Eğer
Allah evreni 4 günde yaratsa, sen diyecektin ki: “Allah niye evreni 6 günde
yaratmadı?” Yani sen her türlü buna itiraz edecektin bu yüzden Allah dilediği
kadar günde yaratabilir.”
İşte aynı mantık âyette
vardır. Biz bu cevabı vererek nasıl bu itirazın doğru olduğunu söylemiyorsak
aynı şekilde Allah da Arapların itirazını doğrulamıyor.
1.
Beyzâvî,
Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, En’âm, 6/92 tefsiri; Nesefî,
Medarikü't-Tenzi'l-Ve Hakaiku't-Te'vil, En’âm, 6/92 tefsiri; İbnü’l-Cevzî,
Zadü'l-Mesir fi İlmi't-Tefsir, En’âm, 6/92
tefsiri; Fahrüddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, En’âm, 6/92 tefsiri; İsmail Hakkı Bursevî,
Rûhu’l-beyân, En’âm, 6/92 tefsiri;
Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, En’âm, 6/92
tefsiri; Vehbe Zühaylî, Tefsirü’l-Münir, En’âm, 6/92 tefsiri; Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kurʾân, En’âm, 6/92 tefsiri.
2.
Fahrüddîn er-Râzî, a.g.e., En’âm, 6/92 tefsiri.
3.
İbnü’l-Cevzî, a.g.e., Zuhruf,
43/44 tefsiri.
4.
Fahrüddîn er-Râzî, a.g.e.,
Zuhruf, 43/44 tefsiri; Kurtûbî, Câmiʿli-ahkâmi’l-Kurʾân, Zuhruf, 43/44 tefsiri.
5.
İbnü’l-Cevzî, a.g.e.,
İbrâhîm, 14/4 tefsiri.
6.
Vehbe Zühaylî, a.g.e., c. 12,
s. 510.
Yorumlar
Yorum Gönder